Boşluk Metinleri
BOŞLUK diyebileceğim yerlerden yazıların geliyor ... O tuhaf çatlaklarımdan sızıyor anlamların. Ve ışık vuruyor penceresiz dünyama... bilincimin acımasız çatlaklarından..
SEN benim KARANLIĞIMSIN...
20 Nisan 2010 Salı
Benden
Seni alabildiğine açık kapılarla beklemek ölüm gibi..
sessiz ve yavaş bir ölüm..
benden ufacık bir telaşla kurtulabildiğini düşünmekse ölümün ne kadar kolay olduğunu yüzüme çarpıyor..
gerçek olmadığına inanmaya çalıştığım aşkın neden hala benimle?
nedensiz,beklentisiz ve karşılıksız sevmek neden onursuz görünüyor?
seni sarsan aşklar yaşadığının farkındayım, beni sarsan da böyle birşey..
uçsuz bucaksız en uzaklaştığım zamanlarda bile aniden içine çekip beni boğan kıyısız bir deniz..
Ve sanırım mutlu olamayacaksın...
bunu dilemiyorum ama bundan eminim..
Sylvia Plath
Sylvia Plath
“Benim için şimdi sonsuzdur, sonsuz da sürekli olarak değişir, akar, erir. Yaşam bu andır. Geçip gittiğinde, ölüdür artık. Ama her yeni anla birlikte yeniden başlayamazsınız, ölü olana göre yargılamak zorundasınız. Bataklık kumu gibi tıpkı... daha başından umutsuz. Bir öykü, bir resim, heyecanı biraz yenileyebilir, ama yeterince değil, yeterince değil. Şimdinin dışında hiçbir şey gerçek değildir, daha şimdiden yüzyılların ağırlığının beni boğduğunu duyumsuyorum. Bir zamanlar, yüz yıl önce bir kız yaşamıştı, şimdi benim yaşadığım gibi. Sonra öldü. Ben şimdiyim, göçüp gideceğimi de biliyorum ama. Doruktaki o an, o parıltı gelip geçiyor, sürekli bir bataklık kumu. Ama ben ölmek istemiyorum”
“Benim için şimdi sonsuzdur, sonsuz da sürekli olarak değişir, akar, erir. Yaşam bu andır. Geçip gittiğinde, ölüdür artık. Ama her yeni anla birlikte yeniden başlayamazsınız, ölü olana göre yargılamak zorundasınız. Bataklık kumu gibi tıpkı... daha başından umutsuz. Bir öykü, bir resim, heyecanı biraz yenileyebilir, ama yeterince değil, yeterince değil. Şimdinin dışında hiçbir şey gerçek değildir, daha şimdiden yüzyılların ağırlığının beni boğduğunu duyumsuyorum. Bir zamanlar, yüz yıl önce bir kız yaşamıştı, şimdi benim yaşadığım gibi. Sonra öldü. Ben şimdiyim, göçüp gideceğimi de biliyorum ama. Doruktaki o an, o parıltı gelip geçiyor, sürekli bir bataklık kumu. Ama ben ölmek istemiyorum”
camdan dışarıya tül perdenin ardından bakmak gibi... sözle ifadesi:
"moralim çok bozuk... aslında belli bi sebebi yok, belki sebep hiçbir şey ya da her şey... östrojen fazlası, bitmek bilmeyen anlamsız işler, belirsizlik, pek bişi beceremeyişim, kendimi sümük gibi hissedişim, üstüme ara ara çöken feci yalnızlık hissi...vs vs.
hep mutsuz olmama neden olan bi şeyler var gibi... kendimi gerçekten başarılı hissetmek istiyorum ama beceremiyorum. dizi dizi kupalarım, ödüllerim olsun istiyorum, ama rafta dün marketten aldığım peynirle turşunun fişinden başka bir şey bulamıyorum...
sevdiğim bir şeyler bulmak istiyorum, bir şeyleri çok iyi yapmak istiyorum, annemle babam benle gurur duysun istiyorum, telefonda ona buna mızmızlanmak değil, çok güçlü ve başarılı biri olarak birşeyler anlatmak istiyorum, birileri benimle gurur duysun istiyorum, kimseye masraf çıkartmamak istiyorum... başarılarımın çok da büyük olmasına gerek yok ki; çok iyi yemek yapsam mesela. yayınlanmayacak olsa bile bir kitap yazsam. çok iyi tenis oynasam, çok iyi yüzsem, çok iyi fotoğraf çeksem, sinema konusunda çok şey bilsem, çok iyi atkı örsem, ağlamadan soğan doğrasam, parmak kısmını delmeden aynı çorabı ikinci kez giyebilsem, tavlada herkesi yensem, bir grubun/şarkıcının/oyuncunun/takımın/film in manyağı olsam onla ilgili her şeyi bilip toplasam, bir şeyi en iyi ben bilsem...vs.
uyumadan duramayacağıma, bir şey yapmadan duramaz olsam. mutluymuş gibi yapmasam. kendimi işe yarar hissetsem, birilerinin bana ihtiyacı olduğunu bilsem... bitmiş ve dibindeki de çıksın diye sıkılmış diş macunu tüpü hissinden kurtulsam... her şey benim istediğim gibi gittiğinde bunu görmeyi becerebilsem... ne biliim işte. dedim ya, sümük gibi hissetmesem kendimi...
ruhumu bensiz tatile yollayabilsem keşke. gitse ayağını denize soksa, yüzse yüzse acıksa, sonra buz gibi bi karpuzla yanında peynir yese... iki tek atsa denize karşı. sonra bana geri gelse çakırkeyif... denizin karayla buluştuğu noktaya iki plastik sandalye ve bir masa atsak, tam o noktada güneşi rakı bardağında batırsak... sonra kalkmaya niyetlense, ama 'daha karpuz kesçektik' dememe kalmadan beni de kapıp götürse..."
"moralim çok bozuk... aslında belli bi sebebi yok, belki sebep hiçbir şey ya da her şey... östrojen fazlası, bitmek bilmeyen anlamsız işler, belirsizlik, pek bişi beceremeyişim, kendimi sümük gibi hissedişim, üstüme ara ara çöken feci yalnızlık hissi...vs vs.
hep mutsuz olmama neden olan bi şeyler var gibi... kendimi gerçekten başarılı hissetmek istiyorum ama beceremiyorum. dizi dizi kupalarım, ödüllerim olsun istiyorum, ama rafta dün marketten aldığım peynirle turşunun fişinden başka bir şey bulamıyorum...
sevdiğim bir şeyler bulmak istiyorum, bir şeyleri çok iyi yapmak istiyorum, annemle babam benle gurur duysun istiyorum, telefonda ona buna mızmızlanmak değil, çok güçlü ve başarılı biri olarak birşeyler anlatmak istiyorum, birileri benimle gurur duysun istiyorum, kimseye masraf çıkartmamak istiyorum... başarılarımın çok da büyük olmasına gerek yok ki; çok iyi yemek yapsam mesela. yayınlanmayacak olsa bile bir kitap yazsam. çok iyi tenis oynasam, çok iyi yüzsem, çok iyi fotoğraf çeksem, sinema konusunda çok şey bilsem, çok iyi atkı örsem, ağlamadan soğan doğrasam, parmak kısmını delmeden aynı çorabı ikinci kez giyebilsem, tavlada herkesi yensem, bir grubun/şarkıcının/oyuncunun/takımın/film
uyumadan duramayacağıma, bir şey yapmadan duramaz olsam. mutluymuş gibi yapmasam. kendimi işe yarar hissetsem, birilerinin bana ihtiyacı olduğunu bilsem... bitmiş ve dibindeki de çıksın diye sıkılmış diş macunu tüpü hissinden kurtulsam... her şey benim istediğim gibi gittiğinde bunu görmeyi becerebilsem... ne biliim işte. dedim ya, sümük gibi hissetmesem kendimi...
ruhumu bensiz tatile yollayabilsem keşke. gitse ayağını denize soksa, yüzse yüzse acıksa, sonra buz gibi bi karpuzla yanında peynir yese... iki tek atsa denize karşı. sonra bana geri gelse çakırkeyif... denizin karayla buluştuğu noktaya iki plastik sandalye ve bir masa atsak, tam o noktada güneşi rakı bardağında batırsak... sonra kalkmaya niyetlense, ama 'daha karpuz kesçektik' dememe kalmadan beni de kapıp götürse..."
Tutunamamak
büyük bir koltuk alacağım ben de beni her taraftan saran büyük bir koltuk odada başka bir şey bırakmayacağım koltuğu bir köşeye koyacağım duvara doğru çevireceğim oturacağım ve bir daha kalkmayacağım dinleneceğim saçımın telinden ayak tırnağıma kadar sürekli ve yavaş yavaş dinleneceğim her hücremi ayrı ayrı dinlendireceğim uzun uzun dinlenecek her parçam hiçbir duyguya kapılmadan hiçbir şey düşünmeden dinleneceğim çevremi yavaş yavaş örümcek ağları saracak küçük örümcekler saçımdan elimden ellerimden koltuktan ayaklarımdan yere doğru ince örgülerini taşıyacak kirpiklerimi çok görmekten yorulmuş olan gözlerimin kapalı kapakları ucunda birleşen kirpiklerimi dizlerime bağlayacaklar hafif bir örtüyle üstüme örtecekler yumuşak ağlarını üstümden atacak kadar dermanım kalmayacak beni saran ağlara sineklere ve örümceklerin onları yemesine ara sıra gözlerimi açtığım zaman kayıtsız bir şeklide seyirci kalacağım ara sıra da sinek filan bulamadıkları zaman beni oramdan buramdan ısırmalarına biraz biraz yemelerine de seyirci kalacağım hiçbir şey kıpırdatamayacak beni terk edilmiş bir ev gibi duracağım orada bekleyeceğim
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)